Denizli’nin Sarayköy ilçesinde her yıl yapılan deve güreşlerini bahane edip fotograf çekmeye giderken kendimi bir Batı Anadolu şöleninin içinde bulacağımı bilmiyordum.
Denizli’ye daha önce gitmişliğim var; biraz Pamukkale biraz da Denizli’nin meşhur kuyu kebabı uğruna. (Dostları görmeyi hiç saymıyorum bile) Ama Denizli’nin bir ilçesi olan Sarayköy’e gitmek? Ner’den aklıma gelsin? Niye gelsin?
Fotoğrafçı bir dostum sayesinde Sarayköy’de deve güreşleri yapıldığından haberdar oldum. Ne develerle ne de güreşle ilgim var ama haber aldığım arkadaşım vasıtasıyla deve güreşlerinin fotoğraflanacak bir etkinlik olduğu anlamış oldum. Yoksa deve güreşlerine gitmek? Ner’den aklıma gelsin? Niye gelsin?
Kısa Bir Denizli Turu ve Teleferik
Deve Güreşleri Pazar günü, o zaman cumartesiyi Denizli’yi turalayarak–ve elbette Enver Usta’da bir kuyu kebabı yiyerek- geçirmek en doğrusu olur diye düşündüm. Günün sürprizi ise Denizli’ye yapılan yeni teleferik oldu. Denizli’nin sırtını dayadığı dağın tepesine; Zeytinli Yaylası’na çıkan teleferikle 1400 metre yükseklikten tüm Denizli’yi hatta çevresini görmek, Pamukkale’ye çok uzaktan selam vermek mümkün… Aşağıda kuyu kebabı yememiş olanlar için yukarda sucuk ekmek opsiyonu her zaman mevcut… Evet, cumartesinin atraksiyonu yeme içme ve teleferik oldu, gelelim Pazar’a…
Pazar sabahı; herhangi bir Pazar sabahından beklenmeyecek bir saatte kalkıp yola düzüldük. Aldığımız duyuma göre güreşler o kadar erken başlamasa da develerin güreş alanına getirildikleri saat 8.00-8.30 civarıydı.
8.30’da deve güreşleri için ayrılıp düzenlenmiş alana; iki büyük tepenin arasında vardığımızda koca otoparkın bir köşesine park eden ilk araçtık. (Yüzlerce aracın rahatlıkla sığacağı otoparkın bu yalnızlığının çok geçici olacağını o an düşünmedik, düşünemedik)
Römorklu Loca Sistemi
Biraz erkence geldiğimizden ortada neredeyse ne insan ne de deve vardı. “Şöyle bir göz atalım” alana dediğimizde ise büyük bir güreş alanını çevreleyen tepelerdeki setlere bırakılmış traktör römorkları dikkatimizi çekti. Kat kat hazırlanan setlerde yan yana park edilmiş onlarca römork. Alanın bir kenarındaki mütevazi tribünü saymazsak tüm güreş sahasının çevresi sıra sıra ve kat kat römorklarla çevriliydi. Römorklar locaydı. İçlerinde masa sandalye ve hatta piknik tüpler ve ocaklarla.
Kahvaltı etmeden yola düzülüp orada karnımızı doyurmayı hayal etmişken sadece römorklarla karşılaşınca daha vaktimiz olduğunu anlayıp Sarayköy’ün merkezine hareket ettik. Sadece beş dakika uzaklıktaki merkezde hızlı bir kahvaltının ardından, oturduğumuz pastanenin önünden gecen develeri görünce gaza gelip toparlandık ve güreş alanına geri döndük.
Yaklaşık 45 dakikada ortam hızla değişmiş, her şeyden önce kalabalıklaşmıştı. Otoparkın köşesindeki tek araç biz değildik artık. Alana stant sahipleri gelmiş, yiyecek içecek stantları kurulmuş, malzemeler hazırlanmıştı. Benim için en dikkat çekicisi elbette sucuk ekmek stantları ve bu stantları tepeleme dolduran deve sucuklarıydı. (Güreşlerde kaybeden develerin akıbetini bir an için olsun düşünmedim değil) Güreş alanını çevreleyen tüm tepeler belli aralıklarla güvenlik personeli ile izlenmeye başlamış organizasyonun oldukça tecrübeli ve profesyonel bir şekilde tesis edildiği gözlenir olmuştu.
Ve hepsinden önemlisi yavaş yavaş develer ve sahipleri kendilerine ayrılan bekleme alanına gelmeye ve güreş sıralarını beklemeye başlamışlardı. Bu sırada “localar” yavaş yavaş dolmaya başlamış; seyirci locası olarak kullanılan römorkların yanı sıra “restoran locası” “mutfak locası” “çay ocağı locası” gibi römorklarda hummalı bir çalışma çoktan başlamıştı.
Sadece Deve Güreşi Değil Şenlik Alanı
Sahanın bir kenarında yanaşmış olan kamyonun kasasının bir yanı açılarak hakem kurulu için loca oluşturulmuş aynı sırada bu locadan canlı yayın spikerinin müsabakaları anlatacağı düzenek hazırlanmış ve test edilmeye başlanmıştı. Develerle birlikte seyircilerin de yavaş yavaş alana gelmeye başlamasıyla 10.00 sularında belli belirsiz bir heyecan ve şenlik hissi alanı doldurmaya başlamıştı.
Evet şenlik. Alanda bir yabancıya geçen en önemli his, bir şenlik havasıydı. Otuz ikincisi düzenlenen “hakkıyla geleneksel” bir etkinlik sadece yöre halkı değil çevre il ve ilçelerden hatta Türkiye’nin pek çok bölgesinden de gelen izleyici ve takipçiler için belli ki yıl boyu beklenen bir şenlikti.
Ailecek “şenlik alanı”na gelenler yanlarında piknik örtüleri, yiyecek içecek çantaları ve piknik tüpleriyle gelip belli aralıklarla dizilmiş römorkların aralarındaki boşluklarda kendi düzenlerini alıp hazırlıklarını tamamlıyorlardı. Hazırlıklarını tamamlayanlar arasında yerel TV’lerin canlı yayın arabalarını ve ekiplerini saymamak da haksızlık olur.
Kalabalık arttıkça heyecan da artıyor güreş alanını çevreleyen tepeler gittikçe büyük stadyumun tribünlerine dönüyordu. Bu sırada develerin bekleme alanında her boydan develer son hazırlıklarını yapıp bir yandan da yine ülkenin dört bir yanından gelmiş fotoğrafçılara konu oluyorlardı. Develer, sahipleri, satıcılar, fotoğrafçılar akın akın gelen seyircilerle öğlen saatleri geldiğinde sabahki sakinlikten eser kalmamış, hiç de azımsanamayacak büyüklükteki otoparkta yer kalmamış araçlar çoktan yol kenarlarına park edilerek uzun kuyruklar oluşturulmaya başlamışlardı.
Ve Fotografçılar Sahada… Sahanın Tam İçinde…
Güreşleri mikrofonla canlı anlatan –ve işinde gerçekten çok başarılı olan- sunucunun ya da doğru tabirle “cazgır”ın anonsuyla basının (ve elbette fotoğrafçıların) ilk güreşlerde sahanın içine yani tel örgülerin iç kısmına girebileceği söylendiğinde bir grup fotoğrafçıyla birlikte ben de kendimi sahanın girişine atıverdim. Ve güvenlikle ilgili uyarıları kulağımıza küpe edip kendimizi bir anda sahada bulduk.
Saha ne kadar büyük de olsa develerin birbirlerini iterek kendilerinden beklenmedik bir hız ve çeviklikle koca sahanın her an her yerine ulaşmalarına sonraki dakikalarda şahit olacağımızı; sahayı çevreleyen tel örgülerin, saha içinde hazır bekleyen “urgancıların” boş yere orada olmadıklarını not düşeyim.
Sahada olmak keyifli olduğu kadar yorucuydu da; bir yandan güreş alanının çok yakından develeri fotoğraflamak diğer yandan sırası yaklaştığı için alana giren develere dikkat etmek öte yandan da güreş kızışır da develer çoşarsa yakınlarında bulunmamak için gözü kulağı dört açmak gerekiyor. Ki birkaç kez sağa sola kaçışmamız gerekti koşturan deve urgancılar tarafından yakalanıp uzaklaştırılana dek. Urgancıların yanı sıra saha içinde bir de ağız bağlayıcılar ve ağzı bağı kontrolcüleri bulunuyor.
Fotografçılık Değil de Baba Olmak Refleksi
Güreşler tam başlarken Sarayköy Kaymakamı’nın alana gelmesiyle sahanın ortasında çok hızlı bir başlangıç merasimi yapılıp kurban kesildi. Tüm fotoğrafçılar sahanın uzak köşelerinde merasimin tamamlanmasını beklerken ben kendimi sahanın ortasına protokolün yanına attım. Kaymakamın 8-9 yaşlarında küçük kızıyla gelmiş olması sanırım kız babası reflekslerimi harekete geçirmişti. Kurban kesilmek üzereyken kaymakamın kızını arkasına saklaması reflekslerimi haklı çıkardı.
Törenden sonra güreşler tüm hızıyla başladı. Önce genç ve tecrübesiz develerin güreşleri yapıldı. Bu vesileyle kendilerine “daylak” dendiğini öğrenmiş oldum. Bu sırada alana akın akın insan gelmeye devam ediyordu. Örtüsünü yaygısını kapan boş bulduğu yere (ki aslında yer bulmak için artık tepelere tırmanmak gerekiyordu) sıkışıyordu.
Saat artık öğlen civarı olduğu için tüm “loca”lar ve masalarda insanlar yemeye içmeye hatta kadeh tokuşturmaya başlamış ortam iyice şölen havasına bürünmüştü. Öğlenle birlikte yiyecek içecek tezgahlarının önü kalabalıklaşmış deve sucuğu satan ızgaraların önünde ufak çaplı sıralar oluşmuştu.
Artan kalabalık saha seviyesinde değil fotoğraf çekmek, yürümeyi bile zorlaştırmaya başladığında ben de tepelere çıkıp tüm alanı gören fotoğraflar çekip günümü tamamlamaya karar verdim.
Fotograflardan sonra otopark’a gelip arabayla alanı terk etmeye çalışmak ise hala akın akın gelen insan ve araba seli düşünüldüğünde akıntıya karşı kürek çekmek gibiydi. Sadece otopark ve çevresi değil 2-3 kilometrelik mesafe boyunca yol kenarları da park etmiş araçlarla dolmuştu.
Günden geriye aklımda kalanları bugün hatırladığımda; deve güreşlerini özenli bir ritüele dönüştüren gururlu deve sahipleri ve bakıcıları; bu günü bir pikniğe hatta şölene çeviren ve bunu bir aile etkinliğine dönüştüren yöre halkı; römork localar ve kurban kesilirken babasının arkasına saklanan küçük kızı buldum hatıralarımda.
Önerim ise, fırsat bulursanız; ne deve ne güreş, böylesi bir Batı Anadolu şölenine mutlaka tanıklık edin en az bir sefer. Pişman olamayacaksınız.